Röportaj :Hatice Ünal Bilen
Fotoğraflar :Hakkı Günerkan
“Gerçek masal anlatılmayan, aya yıldıza bakmayan, doğaya çıkmayan çocuklardan düş kuruculuk ya da yaratıcılık beklemek büyük haksızlık”
Bir köy düşünün ki; sabah pencereden sizi selamlayan yalnız ördekler, kuş sesleri, yemyeşil bir doğa ve tabiatın sesi olsun! Ahşabın sıcaklığıyla döşenen dinlencenizden karnınızı doyurmak için bir çıkın sonra… Neredeyse tamamı çiftlikte özenle yetişen organik ürünlerden bir köy kahvaltısıyla güne lezzetli bir merhaba diyebilin!
Sonra bir çılgınlık yapın; bu defa sütü şişeden değil, kendi ellerinizle sağdığınız inekten için… Bir günlüğüne de olsa çobanlık yapın, böğürtlen toplayın, Kerpe’den denize atlayın, dalga sörfü yapın!
Bir başka seçenek mi? O zaman günübirlik veya daha uzun süreli atölye ve eğitim programlarıyla doğada olun, kendi bahçenizi yapın, kerpiç ev yapımına katılın!
Bu kadarı da çok mu bireysel? Öyleyse kurumunuzun ihtiyacınıza uygun eğitim programlarıyla iş motivasyonunuzu artırın; kendinizi de mutlu edin, çalışanlarınız da!
Adı Narköy! Bir düşün eseri… Turizmin toprak anası, onu yakından tanıyanların hitabıyla Nar Annesi Nardane Kuşcu’nun ailesiyle birlikte 2007 yılında Kocaeli Kandıra’da 100 dönüm arazi üzerinde kurduğu eğitim odaklı sürdürülebilir turizm merkezi ve organik tarım çiftliği…
Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nda ‘Yöresinde Fark Yaratan Kadın Girişimci’ seçilen Nardane Kuşçu’nun ağzından bu masal köyün kuruluş öyküsünü ve girişimcilik başarısını dinlemeye ne dersiniz?
Bu röportajımızda…
Sizi biraz tanımak isteriz. Nardane Kuşcu kimdir?
1972 yılı mezunu ilkokul öğretmeniyim. Aslında öğretmen okuluna babamın ısrarıyla gittim. Asıl hayalim kimya okumaktı, çok meraklıydım çünkü. Çok enteresandır, okulda kadın haklarıyla ilgili bir kompozisyon yazmıştım. Hocalarım yaptıkları mülakatta benim iyi bir öğretmen olacağıma karar verdiler. Bir hafta kadar direndim, arkasından öğretmen okuluna yazıldım.
60’lı yılların sonunda kimya bilimi Çukurovalı bir genç kızı nasıl cezbetmiş olabilir, merak ettim doğrusu.
Değişim, dönüşüm çok enteresan gelmişti bana. Bu arada biyoloji de işin içine giriyor tabii. Çünkü bedenin de bir kimyası var, diğer canlıların da. Yıllar sonra anladım ki benim asıl derdim kimya değil, simyaymış. Eğitim çünkü bu simyayı sağlıyor. Bunu da nasıl anladım? Sanıyorum ki öğretmenlik hayatımın 10. yılından sonraydı… Benim kendimi keşfim çocuklar sayesinde oldu. Çünkü çocuklar değiştirici, dönüştürücü, kendine getiricidir. Aslında büyük öğretmen onlardır. Anne baba olduğunuzda da bunu anlarsınız.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda bazı çocuklar muhteşem öğreniyordu, bazılarıysa tam tersi.. Ve ben bu işin peşine düştüm. Deneyimli öğretmen arkadaşlarıma sordum, bana “öğrenme zorluğu vardır” dediler. Bu da çok adaletsiz geldi çünkü genç bile olsak profesyonel olan, karşılığında maaş alan bizlerdik ve suçu tamamen onlara yüklemek haksızlıktı. Sonuçta çocukların merakını tetiklemek bizim işimiz değil miydi?
“Benim derdim kimya değil, simyaymış”
Bir gün çocuklara en eğlenerek, en kolay ve en keyifli neyi öğrendiklerini sordum. Anlattıkları hikayeler bana çok farklı öğrenme çeşitleri olduğunu gösterdi. İlk farkındalık öyle oluştu. Öğrenmez denilen çocukların yıllar içinde farklı öğrenme teknikleriyle başarılarına tanıklık ettim. O aralıkta sokak çocuklarıyla çalıştım, gönüllülükler yaptım. Ve gördüm ki, aslında en zor denilen çocuklar bende ve kendilerinde değişimi sağlayabilenler, vicdanımı hep diri tutanlar olmuşlar. İşte o zaman kendi kendime dedim ki, “benim derdim kimya değil, simyaymış…”
Simyadan anladığım da işte bu. Hayata uygulanabilir değişim, dönüşümler… Sonuçta bu dünyada varız ve burası eylemlerimizle, davranışlarımızla var oluyor. O davranışları düzenleyen bir iç düzenimiz, ahlaki düzenimiz ve gerçek değerlerimiz var.
Sözünü ettiğiniz o değerlerin temelini merak ediyorum. Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
Ben bir yörük ailesinden geliyorum. Yörükler doğayı çok sever. Bizde yaylalara gidilir, yaşam tabiatın kucağında sürülür… Bizler masallar anlatılan çocuklar olduk hep. Gökyüzüne, aya, yıldızlara baktık, topraklarda koştuk, ormanlara girdik, çıktık. Bu hem doğayla kucaklaşma hem de kuşaklar arası öğrenme anlamında çok besleyici olmuştur. Günümüzde eksik kalan en önemli noktalardan birinin de bu olduğunu düşünüyorum.
Ve sonuç? Bizim zamanımızda düş kurmak çok normaldi. Bize düşlerimiz sorulurdu, “düşü olmayanın işi olmaz” derdi büyüklerimiz. Çünkü bir düşün olursa peşine düşüp düşünce üretebilirsin, düşünceyi eyleme geçirebilirsin, onu gelecekte başka alanlara taşıyabilirsin… Aslına bakarsanız bu da bir lojistik. Gerçek masal anlatılmayan, aya yıldıza bakmayan, doğaya çıkmayan çocuklardan düş kuruculuk ya da yaratıcılık beklemek büyük haksızlık!
Siz nasıl bir çocuk geçirdiniz, biraz daha açabilir misiniz?
Ben de hasbelkader ortaokulda özel bir okula gittim. Bizim Çukurovalı babalar çocuklarını uzağa göndermemek için özel okullar kuruyorlardı. Bu sayede lisan öğrenme şansım oldu. Ardından Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler tarafından yetiştirildik. Toroslar’ın tepesinde köy öğretmenliği yaptım, Çömelek Köyü’nün ilk kadın öğretmeniyim. Bugünden iyi ki de gitmişim diyorum. Velhasıl, doğanın olmadığı yerde olamayacağımızı çok iyi biliyorduk bizler. Bastığı yerde ot bitmeyen adam kötü adamdı bildiğimiz… Otları, yabanileri bu kadar sevişim ondan… Tabiatın öz çocuklarıdır çünkü onlar… Sonra paylaşım, kuşaklar arası bir arada olmak önemliydi bizler için. Olabildiğinde açık, şeffaf ve dürüst olmak…
Bu hayatta sevmediğim bir tek şey var ki mükemmeli oynamaktan hoşlanmıyorum. Bu dünyaya öğrenmeye geldiysek ve eylemlerimizle var oluyorsak yaptığımız her işin de arkasında durmasını bilmeliyiz. Netice itibari ile değerler hep bunun üzerine oturuyor. İki çocuğum, iki torunum var. Ben çocuklarımı da bu değerler üzerine yetiştirdim, büyüttüm.
Peki Narköy Organik Tarım Çiftliği ile birlikte turizme giriş hikayeniz nasıl başlıyor?
Öncesi vardır, ilk olarak onu anlatmak gerek. 2002 yılında eğitim sisteminde kaybolan değerleri bir miktar hayata geçirebilmek, çocuklar ve ailelerle çalışmak için Nar NLP’yi kurdum. Çocuklarla çalışırken nasıl daha verimli olunacağına kafa yorarken pek çok da disiplin öğrendim. Eğitimlerimdeki yeterliliğimi sınarken eğitim almayı da seven biri oldum. O esnada pozitif aile terapisini öğrendim. Bir hırsım yoktu; tek derdim çocuklar ve ailelerle çalışırken gördüğümü eksiklikleri tamamlamaktı.
Bu arada oluşuma ailemin gençleri de dahil olmaya başladı. İlk olarak şu an gelinim olan Ebru (Kuşcu) katılmak istedi, bankacı kendisi. Ardından öğretmen kız kardeşim geldi. Oğlum Ozan (Kuşcu) katıldı. Ne mutlu ki, bir sürü genç insan kendi ışıkları, bilgileri ve tecrübeleriyle bana geldiler. Ozan (Kuşcu) şirketin kurumsal bölümünü kurdu ve büyüttü. O ara kızım Paris’e mimarlık okumaya gitti, daha öncesinde içmimarlığı bitirmişti. Ve baktım ki gençler muhteşem yürüyor, biz beş kişilik bir aile şirketi olmuşuz bile… Bu bir kuşaklar arası bir devir…
“Bizler masallar anlatılan, düşleriyle büyüyen çocuklar olduk” dediniz. Neydi tam olarak o düşleriniz ve bir ansa o farkındalık ne şekilde ortaya çıktı?
Kızımın bana doğum günümde aldığı deftere yazdığım bir düşüm vardı. Bir eğitim ve organik tarım çiftliği kurmak istiyordum. Çünkü eğitimin lojistiğinde yine sonuçta zihnimiz, bedenimiz son aldığımız gıda ile çalışıyor. Hep iyisini alsak tabii muhteşem olur. İyi gıda almalıyız, açık hava olmalı, gökyüzü görünmeli, ayağımız toprağa basmalı… Ezber bozan eğitimlerle aileler, kurumlar, engelliler de gelmeli… O günlerde böyle bir düş kurmuşum işte. O sayfayı defterden ne hesapsa koparıp, Nasreddin Hoca torunuyuz ya, katlayıp cüzdanımın içinde mayalanmaya bırakmışım. Birden o geldi aklıma. “Harika yürüyorsunuz çocuklar ama benim böyle de bir düşüm var” dediğimde “neden beraber yapmıyoruz” dediler. Bu harikaydı, hemen kolları sıvayarak arazi aramaya başladık. Benim Kandıra ile mazim eskidir ama bir tek burayı görmemişim, Enver Paşa görmüş. “Abla bir bakar mısın” dedi. Geldik, baktık, vurulduk.
Hemen ekip dikmeye başladık. Ben otelde kalmak istemediğimi söyleyince eşim (Ahmet Kuşcu) eski çiftlik evini topladı. Bu arada projeyi yazdım, turizm çeşitlemesini ana temelleriyle oluşturmak icap ediyordu. O çok detaylı ve sıkı bir çalışmaydı. Hatta onun için bir hafta sonu 2 bin sayfa okuduğumu biliyorum. Uluslararası anlaşmaları tek tek taradım, inceledim. Çünkü bizim yapmak istediğimiz turizmin tanımında yoktu. Ama yurt dışında Yves Rocher gibi benzer örneklerini görmüştüm. Bir yandan tarlayı ekip dikiyor bir yandan da duvara astığım zihin haritasına kafa yoruyorum… Bu şekilde temel prensiplerimizi belirledik.
Tam olarak yapmak istediğim şey, ekoturizmdi, eğitim turizmiydi, agro turizmdi. Hepsinin bütününde multidisiplinel bir projeden bahsediyoruz. Araştırmalarımda da gördüm ki, ülkemiz benzer anlamda uluslararası bir sürü anlaşmaya imza koymuş. Kültür ve Turizm Bakanlığı yeşil yıldız, leed sertifikalarından haberdar ama henüz bunları bilmiyor. Bir dosyayla yerel yöneticilerle konuyu paylaştık. Arada Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı, Kaymakam filan var. Önce anlatmakta bir hayli zorlandık. “Onu mu yapacaksın, bunu mu” yaklaşımına girdiler ama dedim ya bu tamamıyla multidisiplinel bir yaklaşım. Bir de bir kadın geliyor, anlatıyor filan, klasik… Tabii yaşımıza başımıza saygı yapıyorlar ama niye uğraşır da oluyorlar. Neyse, Emir Drahşan, Lea Invent ve Beste’nin de katılımıyla mimari ekibimizi oluşturduk ve proje çalışmalarına başladık. Danışmanlık vermeyi sevdiğim kadar almayı da severim. Şirketimiz de öyle, her konunun uzmanı olamazsınız.
“Narköy bir düşün eseridir, düşü olmayanın işi olmaz burada”
Bu şekilde 2007 yılında Kocaeli Kandıra’da Nar Organik Tarım Çiftliği’ni kurduk. Bu, Türkiye’de bir ilkti ve özel bir turizm tarzı olarak ki doğru zamanlama olduğunu düşünüyorum. Tek tip, her şey dahil turizmle bir yere gidemeyeceğimizi öngörebiliyordum. Evet ona da ihtiyaç var ama turizmin çeşitlenmesi de gerek. Bütün bir yıla yayılan bir turizme ivedilikle ihtiyaç var. Doğayı yok etmek yerine doğadan para kazanmak mümkün. Evet, ekoturizm anlamında tesisler var ama aynı şeyler değil, çok farklı.
Narköy, Nar Eğitim ve Danışmanlık Şirketi’nin eğitim odaklı sürdürülebilir turizm merkezi ve organik tarım çiftliğidir. Yemyeşil bir vadi içinde 100 dönüm arazi üzerine kurulu Narköy, birçok ayrı alanda ve şekilde hizmet veriyor. Dediğim gibi ekoturizmin yanında eğitim turizmi de yapıyorsun, gıdanı kendin yetiştiriyorsun… Bizim bir farklılığımız da, yılda 680 bin sertifikalı fide yetiştirmemiz. Nar Organik Tarım Çiftliği olarak sağlam bir tohum bankasına sahibiz. Tohum hayatım boyunca çok kıymetli oldu benim için. Velhasıl sürdürülebilirlik noktasında tohumlarımızdan gıda yapma kabiliyetimiz ve eğitimci kimliğimiz gibi iki sağlam dayanağımız vardı ki, bu iki gücü birleştirerek çiftliğimizi kurduk. Keza eğitimlerimiz de öyledir, ezber bozarız! Dedim ya, burası bir düşün eseridir, düşü olmayanın işi olmaz deriz hep! Ulaşılabilecek kadar yakın, doğal olabilecek kadar uzağı arzu ederken bir geçiş coğrafyası olarak Kocaeli Kandıra’da yatırımımızı hayata geçirdik. Bir köprü olmak istemiştik, bu oldu da…
Ne zaman tam olarak oldu diyebildiniz?
2013 yılında otel kısmı bitti ama yatırımlarımız ufak ufak devam ediyor. Bu sene göletlerimizi yaptık, ahırımızı genişletiyoruz. Asla hırslı olmadık, tesisimizin her bir parçasının doğru sürecinde oluşmasını arzu ettik. Şu da önemli hatta çok da yadırganan bir durum; biz çevremizdeki arkadaşlarımızla da çalışıyoruz. Özellikle kadınlarla da çalıştık. Dediler ki “housekeepingi kim yapacak?” Onun üzerine “yapar bizim kızlarımız” dedik, aslanlar gibi de yapıyorlar. Beş yılda bin civarında gönüllü ağırladık, buna yurt dışından üniversite hocaları, mimarlar, öğrenciler de dahil. Bu oluşumun dünya barışına katkısının olacağına inanıyoruz. Hatta yurt dışından burada staj görüp master tezini Narköy hakkında hazırlayan bir kızımız da var. Bazen takılıyorlar, “patronajla yapılan en başarılı community” diye.
Yatırımın bölge ve ülke turizmine katkıları üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Öncü olduğumuzu düşünüyorum. Gıda, gastronomi, eğitim ve konferanslar anlamında bölgede çok anlamlı bir örnek oluşturduk. Her geçen gün de bu ilgi artmaya devam ediyor. Kocaeli ağırlıklı sanayisi ile anılan bir şehir ama çok da güzel yerleri var. Kandıra bunun güzel bir örneği, şehrin saklı kalmış güzelliklerinden bir tanesi.
Yatırımımızın bir katkısı da, istihdama sağladığı katma değer. Malum son yıllarda yaşanan birtakım olaylar diğer sektörler gibi turizmde istihdam rakamlarına olumsuz etki yaptı. Ancak biz burada farklı doğamız ve coğrafyamız itibari ile 12 ay turizmi yapabilecek durumdayız. Bu anlamda bir farkındalık oluşturduğumuzu düşünüyorum. Gelen talepler de bunu gösteriyor.
Bununla beraber ne sevindirici ki, çevremizde benzer formatta örnekler de görmeye başladık. Burada restoranı olan bir arkadaşımız orman içinde daha doğal bir otel yaptı, hatta bizde yer kalmayınca o arkadaşlarımıza da gönderiyoruz. Çünkü birbirimize destek olma konusunu çok önemsiyoruz. Onun dışında farklı illerden benzer proje talepleri alıyoruz.
Bir kadın girişimci olarak yaptığınız iş övgüye değer. Benim merak ettiğim, Nardane Kuşcu bu projede kadın istihdamına ne şekilde tesir etti, iş’te kadını yeterince destekledi mi?
Şöyle ki, bizim çalışma prensiplerimizde liyakat esastır, kadın erkek ayrımı yoktur. Böyle bir şeyi görürsek bundan en başta ben mutlu olmam, ailem de olmaz. Bizim kadın çalışan sayımız erkek çalışan sayımızdan daha fazladır. Özellikle sigortalı olmaları konusunda çok ısrarcıyım. Çünkü bu insanlar çocuklarını okutuyorlar. Şu anda yine yaşadığımız bütün sıkıntılarda gerçekten kadınların daha etkili olmasını arzu ediyorum. Çünkü buna ihtiyaç var. Hem iş hayatı hem ilerleme ve haklarının peşine düşsünler istiyorum. Çünkü daha deneyimli olan bir kadına bile onun yetiştirdiği bir erkeği üst olarak atayabilirler. Kadınlarımız yasaları çok iyi anlasınlar, haklarına sahip çıksınlar istiyorum.
Şunu da eklemek isterim, eğitimlerimize kişisel gelişim eğitimleri de dahil. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın çocuklarından muhakkak burslu olarak alıyoruz. Onlar çevrede bir fark yaratıyorlar. Gönüllerle bir araya gelerek dünyaya açılmaya başladılar. Üniversiteye gitme oranları arttı.
Sohbetimizi başından beri hep düşleri konuştuk. Şu an geldiğiniz noktada kendinizi bu hayallerin neresinde görüyorsunuz? Buradan paylaşmak istediğiniz yeni projeler var mı?
Sık sık geriye bakıyorum, bir hafıza tazeliyorum, notlarımı okuyorum… Bu deneysel bir proje olduğu için her bir detayını kayıt altına almıştık zaten. Şu an geldiğimiz nokta özel bir basamak. Giderek gelişiyor… Gerek gıda anlamında kendimizi vicdanen rahat hissediyoruz gerekse eğitim konusunda ezber bozan çalışmalara ev sahipliği yaptığımız için huzurluyuz. Önümüzdeki yıl inşallah eski notlarımı toplayıp, biraz temizleyeceğim. Bana artık yazmıyorsun diye kızıyorlar, eskiden en azından dergilere yazardım. Şimdi biraz onları toparlamayı istiyorum. Dolayısıyla önüme baktığım zaman umutsuzluk da ayıp geliyor çünkü biliyorum ki önümüzde harika bir gelecek var.
Bir eğitim uzmanının genç kuşakları da içine dahil ederek yeşerttiği Narköy’ü son derece vizyoner ve turizme değer katan bir proje olarak yakından tanıma fırsatı buldum ben de. Bu başarınızdan dolayı sizi ve ailenizi çok tebrik ediyorum ama sanırım işin en değerli karşılığı da aldığınız Türkiye’nin Sosyal Kadın Girişimcisi ödülü olmalı. Biraz da o ödülden bahsedebilir misiniz?
Kadınların yaptıkları üretimlere baktıkça yepyeni bir ekonomik model oluşturduklarını gördüm. Kadınlar niş bakış açısıyla artı değer sağlıyorlar ve katma değeri yüksek ürünler üretiyorlar. Bu tür girişimlerin desteklenmesi hem çok memnun edici hem de cesaret verici.
Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz?
Eskiden resim yapardım, şu an pek yapamıyorum ama yerel sanatlarla çok yakından ilgileniyorum. Örneğin eski tariflerden yemekler yapıyorum. Yeni lezzetleri öğrenmeyi seviyorum. Çok okurum, sıkça doğaya çıkar, her sabah neredeyse beş kilometre yürürüm. Doğadaki değişimi her an görmek isterim. Fiziki çalışmayı severim, zaten ellerimden de bellidir. Ya sirke yapıyorumdur ya eski bir tarif deniyorumdur. Fütürizmi seviyorum, Türkiye’deki ilk fütürizm kongresine büyük zevkle katılmıştım. Benim büyük ninem, zamanın fütüristiymiş, herkes ondan öngörü istermiş.
Turizmin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? O konuda da tespit ve önerilerinizi öğrenebilir miyiz?
Bu dönemi sağlam bir öğrenme fırsatı olarak değerlendiriyorum. Özellikle turizm sektörü bu krizden çok zarar gördü. Umarım sektör zaman kaybetmeden her şey dahil sisteminden kurtulur. Çünkü kalkınma ancak çevreyle birlikte olur. Tek taş duvar olmaz. Biz İzmit’te bir organik pazar olsun diye çok gayret ettik. Sonunda açıldı. Fakat oturması için belli bir süreye ihtiyacı var, gidip katılıyoruz. Neden? Diğerleri de heves ediyor. Ben küçük aile çiftlikleri yaşasın istiyorum. Pek çoğumuzun göz ardı ettiği bir gerçek var ki, şehir insanını besleyen o küçük aile çiftlikleri… O insanlar yaşamazsa işsizlik daha çok artacak, bu hakikati de unutmamak gerek.
Kaynak:https://www.hotelrestaurantmagazine.com/turizmin-toprak-anasi-nardane-kuscu/?fbclid=IwAR3GXeO975bu_wvBlWi_aaNrq1wZW5uOBdoGmmqp7IEFix7glSzkBBfCxJY